İlk Karalama

Kaslı, zengin ve zarif bir adam otelin içine adım attı. Sessiz bir güvenle lobiden geçti. Resepsiyona yaklaşıp görevliye sordu:
“Nasıl? Ben gittikten sonra uyandı mı?”
“Hayır efendim,” diye cevapladı görevli.

Adam başını hafifçe sallayarak onayladı ve asansörlere doğru baktı.

Yerde yatıyordum. Etraf darmadağındı. Güneş ışığı, perdelerin arasından geçip kapalı gözlerime ulaşıyordu. Birkaç saniye sonra gözlerimi yavaşça açtım, çevremi algılamaya çalıştım. Oturdum—şaşkındım. Üzerimde beyaz bir elbise vardı.

Ben… neredeyim?

Etrafa baktım. Oda yabancıydı. Belli ki bir otel odasıydı. Ayağa kalktım, başımı ovalayarak bir şeyleri hatırlamaya çalıştım. Sağımda bir ayna vardı. Yüzüm hafif bir makyajla kaplıydı, gözlerimin etrafında simler parlıyordu. Saçım da yapılmış gibiydi ama biraz dağılmıştı. Aynadan geri çekildim. Her şey karmakarışıktı.

Pencerelere doğru yürüdüm. Odanın oldukça yüksek bir katta olduğunu fark ettim. İç çektim. Tam o sırada kapı çaldı.

Kapıyı açtım.

“Günaydın Bayan Rosie.”

Gözlerimi kıstım. “Bayan mı? Sen kimsin? Adımı nereden biliyorsun?”

“Burada çalışıyorum efendim. Bu oda dün gece sizin adınıza rezerve edildi.”

“Ne?!”

“Kahvaltı dahil. Bu yüzden buradayım.” Arkasındaki kahvaltı arabasını işaret etti.

Afallamıştım. Nasıl olur da hiçbir şey hatırlamadan bir otel odasında uyanabilirdim?

“Pekâlâ… teşekkür ederim,” dedim şaşkınlıkla. “Şuraya bırakabilirsin.”

Arabayı içeri itti. Kapıdan çıkmak üzereyken durdu. “Bu arada Bayan Rosie—eşiniz dün gece çıkarken bunu düşürmüş.”

“Ne?!” diye haykırdım.

Anahtarlığı uzattı. Titreyen ellerimle aldım.

“Kocam mı?” dedim, neredeyse gülerek. “Evli bile değilim.”

Elbiseme baktı. “Üzgünüm sizi yanlış anladım. Ama dün gece sizi taşırken, baygındınız ve bana eşiniz olduğunuzu söyledi.”

Kalbim sıkıştı.

“Taşıdı mı?” diye fısıldadım. “Yani bu odadaydı?”

“Evet. Gece yarısından hemen önce geldiniz. Üç saat kaldı ve yaklaşık 3:00 civarında ayrıldı.”

Donup kaldım.

“Bayan Rosie… iyi misiniz?” diye sordu nazikçe.

“Döneceğini söyledi mi?”

“Hayır, hanımefendi.”

“Tamam, teşekkürler.”

“Yardım isterseniz her zaman buradayız.”

Kafamla onayladım ve kapıyı yavaşça kapattım. Gözüm hâlâ elimde tuttuğum anahtarlıktaydı.

Kanepeye oturdum, gözyaşlarım yakındı. Aklımda bir sürü karalanmış çizik vardı, hepsi birbirine karışmış. Derken sol elimin yüzük parmağında bir pırlanta yüzük gördüm. Çıkardım, içine baktım. Adım ve yanında başka bir isim: Peter.

Şaşkınlıkla halıya fırlattım yüzüğü. İçimde panik büyüyordu.

Ne oluyor?

Tam o anda telefonum çaldı. Hemen koştum. “Aşkım” arıyordu.

Midem bulandı. Benim böyle bir kaydım yok.

Açtım. Öfkeliydim. “Sen kimsin?!”

“Günaydın,” dedi sakin bir ses. “Ben Peter.”

Donakaldım.

Halının üzerindeki yüzüğe baktım.
Peter.

“Peter kim?” diye sordum yavaşça.

“Eşinim.”

Gözlerimi kapattım. Beklediğim cevabı vermişti.

“İyi misin, Rosie?” diye sordu.

Cevap vermedim.

“Kapıyı açar mısın?” dedi sonra.

Yavaşça kapıya yöneldim ve açtım. Kaslı, zarif görünümlü bir adam karşımdaydı. Telefon hâlâ kulağındaydı. Bu adam Peter’dı… sanırım.

“Hâlâ dün geceki gelinliğimizi giyiyorsun?”

“Gelinliğimiz mi? Dün gece mi? Ben… ben sana sadece dün gece mi evet dedim?”

“Evet Rosie. Evlendin.”

Geriye adım attım. Kalbim küt küt atıyordu. “Bana ne yaptın dün gece?”

Durdu. Sessizlik.

“Cevap versene! Neden 3’te ayrıldın? Bir şey mi yaptın bana? Yatakta değil, yerde uyandım!”

“Rosie, sakin ol. Bayıldın sadece.”

“Nasıl yani?”

“Bilincini kaybettin, hepsi bu.”

“Bana bir şey verdin! Kesinlikle bir şey verdin! Seni tanımıyorum bile! Neden seninle evleneyim?! Dünden hiçbir şey hatırlamıyorum!”

Odayı arşınlıyordum, ellerim başımda.

“Polisi arayacağım,” dedim.

“Lütfen, Rosie. Gerçekten iyi değilsin.”

İçeri girdi, telefonumu elimden aldı ve uzağa attı. Kapıyı kapattı.

“Dün gece odama ne yaptın?!”

“Hiçbir şey yapmadım. Seni yatağa koydum. Sadece iyi olduğundan emin olmak için kaldım.”

“Yerde uyandım!

“Sana dokunmadım. Aradığın cevap buysa…”

Bir an sustum.

“Ailem nerede?” dedim sessizce.

“Burada değiller.”

Dizlerim titredi. “Öldüler mi yoksa…”

“Hayır! Tabii ki hayır. Sadece başka bir eyletteler.”

“Başka bir eyalet mi? Düğünüme gelmediler mi?! Seninle evlenirken onlar bilmiyor muydu?!

Saçına yapıştım, bağırdım.

“Biliyorlar, yemin ederim!”

“Peki neden gelmediler?”

“Bilmem, sanırım..… beni sevmiyorlar.”

“Onlar haklı. Ben de seni sevmiyorum.” Kapıya yürüdüm, yüzüğü eline verdim. “Seni tanımıyorum ama yine de senden boşanıyorum.

Kapıyı açtım, dışarı attım ve sertçe kapattım.

Telefonumu tekrar aldım, kız kardeşimi aramaya çalıştım ama çalışmıyordu. Defalarca denedim, boşuna. Sonunda yere fırlattım.

Gece oldu.

Pencereden Chicago’ya bakıyordum. Kendimi yapayalnız hissediyordum. Gelinlik hâlâ üzerimdeydi. Aynaya doğru yürüdüm, yüzüme baktım… ve bir anı çaktı.

Peter bağırıyordu:
“Yeter!”

Ben bağırıyordum:
“Şimdi ne yapacaksın, beni öldürmek mi?!”

Peter cevaplıyordu:
“Sakin ol, Rosie.”

Ve garson—sabah kahvaltıyı getiren adam—yanındaydı.

“Bir tane alabilir miyim?” dedi Peter. Garson başını salladı. Peter suyu aldı ve bana uzattı.

“Lütfen sakin ol.”

Suyu içtim.

Aynaya tekrar bakarken fısıldadım, “Suyun içine bir şey koydu.”

Telefonumu tekrar aldım. Onu aradım. Açmadı.

Kapı çaldı.

Kapıyı açtım.

Peter.

Tüm bu zaman boyunca dışarıda beklemişti.

Telefonu yavaşça indirdim. “Bütün bu süre boyunca burada mıydın?”

“Seni bırakamadım. Yüzüğü takar mısın artık?”

Yüzüne sert bir tokat attım. “Suyuma bir şey koydun!”

Kaşlarını çattı. Kollarımdan tuttu ve içeri itti. Kapıyı kapattı.

Bir süre yüzüne baktım… Sonra hatırladım.

“O uçuştaki kaptandın. Chicago’ya giderken. Zehirlenmiştin.”

Gülümsedi.
“Sen hayatımı kurtardın.”

Derin bir nefes aldım.
“Dün gece suya ne koydun?”

“Hatırlamaya başladın… O zaman sana bilmen gerekenleri anlatma zamanı geldi.”

Cebinden bir şey çıkardı. FBI rozeti.

“Duymaman gereken şeyleri duydun,” dedi. “Hafızanı silmek zorundaydık. Ama ilaç diğer anılarını da etkiledi.”

“Peki neden evliyiz?”

“Bunu unutmaman gerekiyordu ama… ilacın etkisi daha büyük olmuş.”

“Peki neden?”

“Aileni korumak için.”

Damarlarım buz gibi oldu.

“Yani eğer reddedersem…”

“Tehlikeye girecekler.”

“Benden ne istiyorsun?”

“Zekisin. Bir doktorsun. Hayatımı kurtardın. Geçmişin mükemmel. Ve bu hafıza ilacını deneyen ilk kişisin.”

“Yani?”

“Yani dürüst olayım—benimle kalmalısın.”

Sinirlendim ama suskundum.

Yaklaştım. “O zaman bana açıkça cevap ver: Eğer bana dokunmadıysan neden yerde uyandım?”

“İlacın yan etkileri vardı. Bu yüzden saat 3’e kadar odanda kaldım. Kapının kilitli olduğundan ve dışarı çıkamayacağından emin oldum. Ayrıca, kimseyle iletişim kurmaman için telefonunun çalışmamasını sağladım.”

Sessizlik.

“Bunu riske atamazdım.”

“Yani burada esirim. Ve o kahvaltıyı getiren adam bana göz kulak oluyor.”

“Böyle görmek istersen…”

Etrafımda yürümeye başladım. Sonra ona saldırdım. “Beni bırak! Aileme gitmek istiyorum!”

Beni tuttu.

“Gidersen… ölürler. Üzgünüm. Bu hepimiz için en iyisi.”

Gözyaşlarım akarken yüzüğü tekrar kaldırdı.
Sessiz bir tehdit:
Ya bu yüzüğü tak.
Ya da her şeyini kaybet.